"aklıma sokakları dolaşan devrimci çocuklar geliyor. hangi sokağa sapacaklarını hâlâ bilmiyorlar mı diye endişeleniyorum. hangi gün öleceklerini bildikleri gibi... ne zaman dışarı çıksam bu çocuklarla karşılaşıyorum. dünyanın en güzel yüzleri onların. dünyanın en güzel sol elleri onların, dünyanın en güzel gözleri... devrilip dursalar da hâlâ onlara bakınca hayata bağlanıyorum. kocaman pis sürülerin üstüne yürüyen hâlâ onların siyah kazakları. hâlâ en coşkulu hikayeyi uzatıyorlar nefretin kollarına. kırılsın istiyorlar bu kör duvarlar. insan devrilecekse senin gibi devrilmeli atilla, onlar gibi."
*
sen bir gün, bir rüyanın kıyısında
yabancı bir acıyı tanıdığında,
işte o zaman göz göze geleceksin onunla —
adı olmayan ama içinde hep var olan o boşlukla.
ne kadar anlatsam,
hiçbir harf tam taşımaz onu.
ama sen, sessizliğin ortasında
benim sustuğum yeri duyacaksın.
"tükenirdi monolog
kaçarken içine düştüğüm kara toplum."
yaşamak dışında her şey çok hafif.
"topraksın sen. her şeyin altında duruyorsun. her şey senin üzerinde. yerkabuğu bile."
"göçe yetişememiş bir kuş kadar üşüyor sağ elim.
oysa büyük yüzölçümlü cümleler kurmak için okyanuslar geçecektim."
hayatın çoğu anlamda bu kadar acımasız ve adaletsiz oluşu her defasında gözlerimi dolduruyor. tesekkürler, tesekkürler.
kitabın arasından bir saç teli çıktı. biri beni unutmuş, ama izini iyi saklamış.
içimizdeki kırık dökük her anı topladılar, yavaşça kaybolan bir zamanın hatırası gibi. ama gözlerindeki masumiyet, hâlâ bir çiçeğin ilk açışı gibi taze.