Çünkü inandığı gibi yaşamazsa sonunda yaşadığı gibi inanmaya başlayacak.
““Şimdi o bir peygamber mi?” diye sordu. “Evet, Zeyd, o bir peygamber. Ne yaptığını kendi gözlerinle gördün. Sence bir yalancıya benziyor muydu? Kazandı Zeyd. O kazandı. Bir yalancının muzaffer olduğu nerede görülmüş? Böyle bir şey olabilseydi, ben de olurdum. Bir yalancının savaş meydanında ‘Ben peygamberim!’ diye bağırdığı nerede görülmüş? İnsanlar gerçek peygamberleri, gerçekleri, söylüyorken terk edip gittiler. Onun sözleri nasıl bir yalan ki binlerce insan hâlâ onun için ölüme koşuyor. Seni görmeden önce yaralılar arasında geziyordum. Birisi 'Muhammed'i son kez görseydim.’ diyordu. Hangi yalancı bu kadar sevilmiştir? Allah'la konuşmayan birisi ölüm bu kadar yakınken 'Ben peygamberim!’ diye bağırır mı? Elinin altında Arabistan'ın bütün zenginlikleri varken bir dilenci gibi kendi hırkasını kendi elleriyle yamar mı? Hangi yalan? Ne için yalan? Her şeyini feda edip karşılığında hiçbir şey almazken, taşlanmak aşağılanmak, savaşmak pahasına söylenmiş ne tür bir yalan bu?””
— Şair - Rafet Elçi
“Tam seksen dört pare gemi ile. Hızır Reis'in adı artık herkesin dilinde Hayreddin Paşa veya Kaptan Paşa idi. Kaptanpaşa kadırgasının pruvasında da bunu teyit eden bir Osmanlı sancağı dalgalanıyordu. Bir alt gönderdeki yeşil Cezayir sancağımızın üzerinde ise bir nakış artmıştı. Bu, Sultan Süleyman'ın adına izafeten Hz. Süleyman'ın mühründeki yıldız idi. İç içe geçmiş iki üçgenden ibaret olan bu altigen yıldız eskiden beri Müslümanlar tarafından kullanılan bir tılsım gibiydi. Hz. Süleyman Allah'tan cinlere ve rüzgâra hükmedebilme gücünü istediğinde, Allah ona yüzüncü adını öğretmiş. O da yüzük şeklinde bir mühür yaptırıp üzerine yüzüncü adın sembolü olarak bu mührü kazıtmış. Böylece cinlere ve rüzgâra karşı yüzüğünü tuttuğunda onları yönetebilir olmuş. Cinleri yöneterek Mescid-i Aksa'yı inşa ettirmiş; rüzgâra hükmederek de Melike Belkıs'ın tahtını getirtmiş. Hz. Süleyman bu yüzüğü yalnızca tuvalete giderken çıkarır ve eşine teslim eder, geri gelince hemen alırmış. Günlerden birinde cinlerin büyüklerinden bir dev Süleyman kılığına girip hile ile eşinden yüzüğü teslim almış. Sonra da cinlere ve rüzgâra hükmederek Süleyman Peygamber'in yerine geçmiş. Süleyman Peygamber de kendini ispat edemeyip sahtekârlıkla suçlanarak sarayından kovulmuş. Dev, bir daha bulunmasın diye yüzüğü derin denizlere atmış. Süleyman böyle imtihan olunacakmış. Aradan fakirlik ve çaresizlik içinde yıllar geçmiş. Bir sahil kasabasında bulunurken sıradan bir hizmetkâr gibi balıkçının tuttuğu balıkları taşımış. Balıkçı da hizmetine karşılık ona para yerine bir balık vermiş. Süleyman Peygamber akşam yemek için balığın karnını yarınca kendi yüzüğüybe karşılaşmış. Meğer denize atılan yüzüğü Allah'ın izni ile bir balık yutup sahibine getirmiş. Sonra Hz. Süleyman sarayına varıp o dev ile yüzleşmiş. Herkes, bir türlü işin içinden çıkamıyormuş. Nihayet, “Yüzük kimde ise Süleyman odur,” demişler. Hz. Süleyman da yüzüğü çıkarıp rüzgâra hükmederek devi oradan kovmuş. Hayreddin Reis sancağına bu mührü işleterek rüzgâra hükmedeceğine inanıyordu. Müslümanlar ondan önce de bu mühürdeki işaretin rüzgârı yönettiğine ve insanları kötü cinlerden koruyacağına inanırlarmış. Mimarların cami, tekke, mescit gibi dini mekânların kubbesindeki kilit taşını bu mühür şeklinde yontmaları bu yüzdenmiş. Hatta kapıların sövelerine karşılıklı bu yıldızı oydurup işleyenler bile olmuş; ta ki içeriye kötü niyetli cinler ve şeytanlar girmesin.”
Efsane - İskender Pala
Bazı insanları eğitemezsiniz. Kötülüklerini suratlarına vurunca sadece inkar etmez, sizden daha da nefret ederler. Onları görmezden de gelemezsiniz. Cezalarını hak etmişlerse hak etmişlerdir. Merhamet her zaman en doğrusu değildir, en güzeli ve en ahlaklısı da değildir. Size kötülük edenleri mazur görmek, onlara anlayış göstermek, onların içindeki şeytanı ancak besler, büyütür. Affetmek belki de o insana yapabileceğiniz en büyük kötülüktür.
Dogville